BOSTANCI KÖYÜNDE DÖRT DÖNEM MUHTARLIK YAPMIŞ
AHMET ERDOĞANIN OKUDUĞU BİLGİLERİ VE YAŞADIĞI
TECRÜBELERİ HARMANLADIĞI HİKAYELERİ BURAYA KOYMAK İSTİYORUM
TECRÜBELER HAYATTA YENİLEN
KAZIKLARIN BİLEŞKESİ İSE
SONRADAN GELEN NESİLLER ESKİLERİN TECRÜBELERİNİ
DİKKATE
ALIP KAZIK YEMEMELİDİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM
1-
Bu vatan kimin?Bu vatan toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi duranlarındır.Bir
tarih boyunca onun uğrunda kendini tarihe verenlerindir.Tutuşup kül olan ocaklarından ,şahlanıp köpüren
ırmaklarından hudutlarda gaza bayraklarından alnına ışıklar vuranlarındır.Ardına
bakmadan yollara düşen , şimşek gibi çakıp sel gibi coşan , huduttan hududa yel gibi koşan ,cepheden
cepheyi soranlarındır.
ORHAN FAİK GÖKYAY
Yarab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı ,mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı.
M. AKİF
Sayın misafirler değerli öğretmenler ve sevgili çocuklar ,
Bende bir köy muhtarı olarak sizin bu mutlu gününüze katılacağım ve dilim döndüğünce günün anlam
ve önemi hakkında bir şeyler anlatmaya çalışacağım .Sevgili çocuklar biliyorsunuz cumhuriyet
kurulmadan önce Osmanlı devleti padişahlıkla idare ediliyordu .Önceki padişahlar akıllı bilgili
iyi yetiştirilmiş oldukları için Osmanlı devleti gelişmiş büyümüş ve nihayet ve nihayet
bir imparatorluk olmuş .Atalarımız üç kıtada at oynatmışlar .Gemileri karadan yürütmüşler
.Bütün dünyaya adaleti Türkler yaymışlardır.
Sonradan başa gelen padişahlar akılsız
beceriksiz ve bazen da deli bile padişah oluyordu . O zaman padişahlık sülale takip ediyordu .Osmanlı
devleti gittikçe geriliyor .Kanunsuzluk adaletsizlik alıp başını gidiyor.Bu arada Avrupa devletleri çok
hummalı çalışmalar yaparak kalkınmalarını gerçekleştiriyorlar.Bizim bu kötü duruma düştüğümüzü
gören düşmanlar kendi aralarında anlaşarak dört bir yandan yurdumuza saldırıyorlar . İstanbulu
İngilizler İzmir’i yunanlılar adana ve yöresini Fransızlar işgal ediyorlar. Doğu vilayetlerinde
bir ermeni devleti kurulmasını planlıyorlar.Nu acı durumu gören vatansever subaylarımız kuvayi
milliye adı altında bir birlik kurmuşlar .Başta Mustafa Kemal olmak üzere bakıyorlar ki işgal
altında olan İstanbul da düşman eli altında hiçbir iş yapılamaz oradan gizlice bir tekneye binerek
19 mayıs 1919 da Atatürk Samsuna ayak basıyor ve Anadolu vilayetlerini dolaşarak kongreler düzenleyerek memleketin
vahim durumunu anlatıyor ve milletçe yek vücut birleşerek düşmana karşı durmamız öngörülüyor.Bütün
vilayetlere tamimler gönderiliyor .Her vilayetten birer delege seçilerek Ankara’da toplanıyorlar.Nihayet 23 Nisan
1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluyor ve Atatürk’ü hükümet başkanı seçiyorlar.O günkü toplanan meclis
bu günkü cumhuriyetimizin çekirdeğini oluşturuyordu.Bu toplantının meclisce ulusal egemenlik ve çocuk
bayramı kabul edildi.Ondan sonra bütün millet yek vucut düşmanı kovup cumhuriyeti kurduk.Tüm şehitlerimize
tanrıdan rahmet dilerim.Bizde gereğinde vatan için canımızı vermeye hazırız.
Not: Birde çocuklar sizlere şunları söylemede yarar görüyorum.Okul bitip tatil olunca tabi hepiniz ailelerinize
yardımcı olacaksınız.Bu arada arazide kırda bayırda malları otlatırken kimsenin arazisine
zarar vermeyin.Rastladığınız kuş yumurtalarını ve yavrularını kırmayın
öldürmeyin.bunlar bizim milli servetimiz.Birde ormanda ateş yakmayın yeşillikleri kesmeyin.Bunlar topraklarımızın
denizlere taşınmasını önler bol yağış yağmasını sağlar.Her zaman doğru
dürüst derslerimize iyi çalışmış bu günün küçüğü yarının büyüğü sizler olacaksınız
onun içinde çok çalışınız birer dürüst vatandaş olarak milletimizin saflarına katılınız.Şu
ata sözünüde söylemeden geçemeyeceğim :En büyük düşmanımız cehalettir.En büyük ibadet de eğitimdir.Milletçe
hep beraber olacağız düşmanları yurdumuzdan kovduğumuz gibi yokluğu cehaleti de yeneceğiz
kalkınmamızı gerçekleştireceğiz .Yabancılara el açmaktan kurtulacağız ekonomik savaş
vereceğiz ve dünya milletleri arasındaki şerefli yerimizi alacağız.Konuşmama son verirken cumhuriyetimizin
daim olmasını ve milletçe huzur içinde siz çocuklarla nice böyle bayramlar yaşamayı yüce mevladan niyaz
eder bayramınızı kutlarım.Sayın hazır bulunan komşular biliyorsunuz önümüz yaz havalar
ısınınca hertürlü haşare mikrop üremeye çoğalmaya başlar buda sağlığımızla
çok ilgilidir.Onun için çevre temizliğine dikkat etmemiz lazım.Hayvan dışkıları ve tuvalet ayaklarını
iyi bir şekilde örtelim .Mümkün mertebe kireç bulundurup ara sıra kireç atarsak çok yararlı olur .Hasta olup
çare aramaktansa hasta olmamaya dikkat edelim.Rahmetli Nasrettin hocamızın buyurduğu gibi herkes evinin önünü
süpürse sokaklar temiz olur.
2-
Bu yazımdada çok hayati önem taşıyan bir konuya değineceğim.Bu güne kadar bu konuya ne basında
ne medyada veya bizi yönetenler tarafından gündeme getiren olmadı .Herhalde havai ve afaki laklardan buna zaman
bulamıyorlar .Bari bu köylü kafasıyla bunu ben izah edeyim :
Değerli yazarın biri şöyle diyor: Bir devletin kalkınabilmesi için ilk olarak topraklarını
yer altı ve yer üstü zenginliklerini değerlendirmesi lazım diyor ama nerde e üzülerek söyleyelim ki değerlendirmek
şöyle dursun yok edip tahrip ediyoruz.
Türkiyenin birçok yerini gezdim en verimli ve sulu tarım yapılan
aynı zamanda senede iki ürün alınan araziler tamamen beton yığınına dönmüştür.Bu dünya
böyle durdukça bu durum ileride büyük sorun yaratacaktır .Bu günkü teknoloji varken meskenler kırsal kesime yapılsa
hem daha sağlıklı ve hemde depreme dayanıklı olur bu kadar her karışı altın değerinde
olan milli servette heba olmaz .Devletleri ayakta tutan üretimdir.Devlet üreticiyi gözü gibi koruyup kollaması lazım
amaa nerdeee.
Kalkınan devletler yüz yüzelli sene sonrasının hesabını yapıyorlar.Biz ise
adım atacağımız yeri göremiyoruz. Aziz Atatürk bile şöyle söylemiştir:İstiklal savaşını
kazanmamızı milletimizin çoğunun çiftçi köylü olmasına borçluyuz diyor.Çünkü cepheye yiyecek giyecek veya
nakliyat işlerinde malıyla canıyla çalışmıştı.
Birde basından ve yayından öğreniyoruz et ithal edildiğini memleketimiz tarım ve hayvancılığa
en elverişli bir coğrafya neden dışarıdan et ithal ediyor dışarıdan alıp on lokma
yiyeceğimize iki lokma veya bir lokma yiyelim.Kendi üreticimizi desteklemiş oluruz.Uzun sözün kısası dertler
saymakla bitmez.Ben diyorumki her şeyimize çeki düzen vermezsek yapacağımız işleri önemsemez lakayt
hareket edersek bu günkü dünya milletlerinin dev adımlarla ilerlemesi yanında bizleri daha zor günlerin beklediğini
hatırdan çıkarmamamız lazım.
Ha şuraya bir fıkra anlatmadan edemeyeceğim. Adamın biri pazar yerinde tavuk satıyormuş
ve altın yumurtlayan tavuk diye bağırıyormuş.Bunu duyan fakirin biri tavuğu alıyor hemen
kesiyorki altınları çıkaracak ama nerde.Satan adam demek istiyorki günde bir yumurta yumurtlar ve beş
veya ontane biriktimi satar evin ufak tefek ihtiyacını karşılar.
3-
Fatih Sultan Mehmet İstanbulu aldığı zaman bütün Rum hapishanelerini boşaltır serbest eder
bunların içinden çok yaşlı saçı sakalı ağarmış iki kişi çıkar. Fatih bunları
çağırarak hele gençler bir suç işlemiş buraya girmiş siz bu yaşta ne suç işledinizki sizi
içeri atmış.
İhtiyarlar biz remi atar fala bakardık.Kostantin bize dediki bir fala bakın İstanbulu
Türkler benden alacakmı dedi bizde fala baktık alacaklarını söyledik.Bizide buna sebep içeri attı.Fatih
diyor birde benim falıma bakın istanbulu benden kimse alacak mı diyor.Bunlarda biraz zaman istiyorlar fatih
peki diyor.Bu ihtiyarlarda sıradan birisi değiller tabi çarşı Pazar dolaşırken bir Kadı
Hakimin bir gayrı müslimle bir müslümanın hayvan alım satım konusunda mahkemelik olmuşlar onları
yargılarken orada mahkemeyi dinliyorlar .Müslüman ötekine hayvanın parasını ödemede ihmal ediyor o arada
hayvan ölüyor.Kadı soruyor hayvan mahkemeden öncemi öldü yoksa mahkeme devam ederkenmi onlarda mahkeme devam ederken
diyorlar.Kadı diyor o zaman bu ceza benim zamanında sonuçlandırmamışım parayı çıkarıp
hayvanın sahibine veriyor. İhtiyarlar oradan ayrıldıktan sonra fatihin yanına gidiyorlar fatih baktınızmı
diyor.
İhtiyarlar senin bu adaletin böyle devam ederse dünya durdukça istanbulu senden kimse alamaz eğer adaletin
bozulursa ona biz kefil olamayız diyorlar .
4-
Hazreti Ömer R.En. döneminde geçen bir olayı anlatmaya çalışacağım:
Bir kadın ve birde onbeş yaşlarında çocuğu varmış. Bunların koyunları varmış
su katarak geçinirlermiş.Gecenin bir saatinde kızın annesi kıza süte su katmasını söyler.Kız
çocuğu da anne halife sütlere su katılmasını yasaklamadı mı diyor.Annesi de şimdi bu saatte
halifenin nerden haberi olacak diyor.Bunun üzerine kızı anne halifenin haberi yoksa cenabı Allahın adamı
haberi yok diyor.
Bu konuşmaları kapıda dinleyen Hazreti Ömer ertesi günü o kız çocuğunu oğluna
almak için elçiler gönderiyor ve alıyor.
Ve o gelinden Ömer Abdülaziz ikinci Ömer diye anılan dünyaya geliyor.
Ömer Abdülaziz iki buçuk yıl devlet başkanlığı yapıyor.O devlet öyle zenginleşiyor
ki zekat verecek fakir bulamıyorlar.Nitekim tayin ettiği bir vali hazineden para istiyor.Ona verdiği verdiği
cevapta kalemin ucunu incelt satırların aralığını sıklaştır bir makama bir halini
bildirecek olduğun zaman iki satır yazıya bir sayfayı karalama diyor.
Gelelim bu günkü devletin ve toplumun savurganlığına bu gidişle nereye varabiliriz.Dinimiz denizin
kenarında abdest alıyor olsanız suyu hesaplı kullanın buyuruyor.Aynı emre itaat etsek ne kadar
az kazansak sıkıntıya düşmeyiz.
Nitekim Ata sözümüzde not düşmeden edemeyeceğim iktisada
alışmayan sıkıntıdan kurtulamaz yine bir atasözü yorganına göre ayağını uzat
demek ki en başta gelen prensip iktisat .
5-
Seferberlik sırasında bir Fransız general beyaz ata binmiş ve iki asker atın yedeğini tutarak
İstanbul'a giriyor. Bir fatih edasıyla. Bu acıklı durumu gören Rahmetli yaşlı Süleyman Nazif
kara gün diye haykırıyor. Tabi bu durumu gören Fransızlar ve İngilizler bunu yakalamaya çalışıyorlar.
Basına bu konuda demeç vermesin diye her tarafı abluka altına alıyorlar. Oda o kadar ediyor ki gazeteye
makalesini ulaştırıyor ve halkı galeyana getiriyor. Kendisi gidip bizim polis karakoluna teslim oluyor.
Komisere anlatıyor. Diyor ki kellem gitse dahi seni yabancılara teslim etmem diyor.Ve ondan sonra günün birinde
yazar Süleyman Nazif ile Enver paşanın babasını İngilizler yakalayıp sürgün götürüyorlar.
Kendi aralarında konuşurlarken Enver paşanın babası ben harama hiç kuşak açmadım diyor.
Bunu üzerine keşke helâlede açmasaydın diyor. Neden diyor neden olacak helale açmışsın yetiştirdiğin
Osmanlı İmparatorluğunu batırmış diyor.Seni birde İngiliz kadınıyla everelim
belki ondanda bir tane türer de oda İngiliz devletini batırır diyor.
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir
6-
Bu makalemde de çook değerli birisinden bahsedeceğim.Mehmet Ali Erbil denen ....den.
Çok yazıklar olsun o ana babaya ki buna o isimleri takmışlar.Yahu bu adam ekranlarda durmadan her türlü
arsızlığı ve edepsizliği sergiliyor. Bütün örf adet ve ananelerimizi silip atıyor.Allah aşkına
böyle gayrı meşru yayın yapan tüm yayın organlarına bir dur diyecek yok mu .Pes doğrusu. Beş
altı sene önce Yusufeli'nde kalmıştım.Akşam üstü kahvehanedeydim.Televizyon ekranından yazılı
olarak şöyle diyor.Beş yüz kadınla beraber olduğunu az sonra da marifetlerini sergileyeceğini sakın
kaçırmayın diyor.Aradan şu kadar zaman geçti şimdi kim bilir beraber olduğu kadın sayısı
bir kaç bini geçmiştir.Bu adam topluma ne veriyor her türlü kepazeliği sergilemekten başka hiçbir özelliği
yok .Ancak toplumumuzun törelerinin temellerini sarsıyor.
Bizim böyle eğitimcimiz olduktan sonra bu gidişle değil Avrupa Amerika'yı hatta Japonya'yı bile
sollarız vay halimize.Ağlanacak halimize gülüyoruz.
7-
Bu yazımda da hala günümüze kadar gelip oluşan bir dar bir meseli kaleme alacağım:
Keçiyi keçinin ayağından koyunu koyunun ayağından asarlar diye söylenir. Bunun temelinde yatan toplumda
yapılan yanlışları önemsememek fakat ileride büyük bir felakete yol açacağı hesabı yapılmaz.
Harun-u Reşit devlet başkanı olduğu ve kardeşi Behlül-ü Dane'ninde ermiş kişi olduğu
günün birinde bir yerleşim bölgesinde bir koyun ölüsünü kasabanın biraz dışarısında getirip
ağacın dalından asıyor.Mevsim yaz bir gün iki gün üç gün derken koyun kokmaya başlıyor.Ufak
bir yel esmeye başladı mı kasaba sakinlerini rahatsız ediyor. Diyorlar etrafa bakalım bu koku nerden
geliyor etrafı gezerken bakıyorlar ki koyun bacağından asılı işte koku burdan geliyor diyorlar.
Behlülü dane diyorki size ne koyun kendi bacağından asılı. Hulasa koyun kendi bacağından asılır
ama koktuğu zaman bütün toplumu rahatsız eder diyor.
Şimdide TV.lerde basın yayında her türlü kepazelik sergileniyor bizim örf adet ve inancımıza
göre şeran ailece oturup tv.ye bakacak ortam yok ne halktan tepki var ne bizi idare edenlerden vay halimize şimdiki
zamanda nerde ipten kazıktan kopma varsa onlar revaçta .
Heralde üzerimize ölü toprağı serpildi.
8-
BİZİM KİTAP YALAN SÖYLEMEZ
Eski zamanlarda yetişkin bir zat insanların siması üzerinde tecrübe ederek şu simadaki insan şu
karakterde olur şu simadaki insanda şu ahlakta olur diye bir kitap yazmış.
Adamın biri bu kitabı okuyor bu kitabı okuyan adam günün birinde yolculuğa çıkıyor ve kitapta
misafir olduğu adamın çok aksi olduğunu yazıyor.Fakat adam buna çok hizmet ediyor.Kendi kendine içinden
bizim kitapta böyle yazıyor ama bu adam bana böyle davrandı diye taaccüp ediyor.
Sabah oluyor adam yola gidecek misafir eden adam diyor bana şu kadar para vereceksin diyor.Misafir biraz çetinleşiyor
iş biraz ciddiye binince adam diyor bu parayı vermeden sana bir adım attırmam diyor.Ve misafirde parayı
vererek kendi zaten taaccüpte kalmıştım bizim kitap yalan söylemez diyip çıkıp gidiyor.
ATEŞ PAHASI
Bir gün mevsiminde padişah ile veziri ava çıkıyorlar.Dolaşırken yağıyor
esiyor bunlar üşüyorlar kırda bir kulübe görüyorlar ve kulübeye gidiyorlar :Kulübenin sahibi ateş yakıyor
ve ısınıyorlar .Isınıyorken padişah şu ateş bin altın eder diyor.Bu sözü duyan
kulübe sahibi gidecekleri zaman bin altın vereceksiniz diyor.Bunlar itiraz ediyor fakat kulübe sahibi bunun değerini
siz verdiniz ben fazla bir şey istemedim diyor. Hala o günden bu güne pahalılık oldu mu ateş pahası
diye söylenen söz söylene gelmektedir.
9-
Bu makalemde Hazreti Ali R.e hazretlerinden bahsedeceğim:
Bir gün bir sefere çıkmaya hazırlanırken Hazreti Ali efendimiz atın üstünde iken elinden kamçısı
düşüyor.Hemen attan aşağı inip kamçısını alıp tekrar biniyor.Yerdeki sahabeler niçin
attan indin biz kamçıyı verirdik diyorlar.
Oda buyuruyor ki elimi istemeye alıştırmayayım onun için indim diyor İslamiyet iyice düz mağdur
kalmadıkça istemeyi hiçte iyi görmüyor .Onun için veren el alan elden üstündür buyuruluyor.
Yine bir gün hazreti Ali efendimiz bir din düşmanını yakalıyor kılıcını çekmiş
kesecek bu arada bedevi yüzüne tükürüyor bunun üzerine kılıcını yere koyuyor.Bedevi diyor hani sen beni
öldürecektin niçin vazgeçtin diyor. Ve bu arada bedevide Müslüman oluyor.
Bu arada yine yeri gelmişken bir veciz sözünüde ilave etmeden edemeyeceğim:
Sahsıma yapılan kötülükleri affederim fakat vatana ve millete yapılan asla affetmem buyuruyor. Yine bir
gün sevgili peygamberimiz ve sahabelerle bir tarafa sefere çıkıyorlar gide gide yolda önlerine küçük boylu bir insan
çıkıyor hazreti ali efendimiz sevgili peygamberimize soruyor bu kimdir diyor sevgili peygamberimiz de bu benim ahir
zaman ümmetlerimdendir diyor .Hazreti Ali efendimiz bu o zaman ne iş görecek benim atımın torbasını
takamaz diyor bu arada adam atın torbasına arpa koyuyor ata yaklaşır yaklaşmaz at eğilince adam
hemen torbanın sapını atın başına geçiriyor .Bu arada sevgili peygamberimiz sav. o zaman insanlar
aklı ile iş görecekler buyuruyor.
10-
Yusufeli’ne baraj yapılacak burada on biden fazla işsiz güçsüz insan var.Burası zaten insanların
çok zor şartlarda yaşadığı bir belde bunlar kompile Harran ovasına yerleştirilse her türlü
üretim yapacak kapasitede insan gücü var .Zamanın padişahı Kaçkar’lardan buralara bakarak burası
vakıflık ormanlık avgahlık olsun demek istemiş .
Bir sorumluluğu üzerine aldığın zaman çok ince eleyip sık dokuyacaksın sorumluluğun
mesuliyetin büyüklüğünün bilincinde olacaksın cenabı Allah kalp gözümüzü açık kılsın.
Ha bir şey aklıma geldi.Eskiden bir Çin devlet adamı varmış kulakları sağırmış.Bu
milletine demiş ki herhangi bir derdi sorunu olanlar başına kırmızı bağlasın ki bileyim
de haberim olsun.Derdine çare arayayım.
Bir şey yine aklıma geldi. Atalarımız şöyle buyurmuş.Ayı derisinden post Yahudi’den
Dost olmaz. Sevgili peygamberimiz şöyle buyurmuş:Onlar size ne kadar samimi görünürse görünsün onlar sizi sevmezler
sevmezler sevmezler. Bir de İngilizlerin parlamento binasının girişinde şöyle yazılı imiş:Siyasetimiz
değişebilir ama menfaatimiz asla değişmez diye. Bunları yazmamda amaç bunlardan tüm idarecisinden
vatandaşına kadar bir ders alması temennisiyle.
11-
Bu yazımda gözlemlediğim yanlış bir uygulamalardan serbest pazar ekonomisi ve özelleştirmeden
söz edeceğim. Tahminen Yusufeli’nde yedi sekiz sene önce bir bardak çay iki bin beş yüz liraydı.Ertesi
günü baktım ki beş bin lira olmuş.Sanki haşa Allah’ın emri gökten inmiş.Bu konu benim
canımı sıktı.Hulasa bir hasta vatandaşı vakıftan yardım için kaymakama götürdüm o
mevzu bittikten sonra sayın kaymakamım dün çay 2500 lira idi bugün otomatikman 5000 liraya çıktı bir bardak
çayın maliyeti 20 lirayı geçmez.Haydi bir şey fark olsun 3000 veya 3500 olsun.Bugün bir ekmek beş bin
lira bir insanı icabında 24 saat ayakta tutar.Bu fiyatların bu yöreye uygun mudur değil midir bu konuda
mülki amirliğin veya belediyenin hiç mi denetimi yok dedim.Kaymakam bey de burada dernekler karar alıyor vilayet
onaylıyor bizim bu konuda hiçbir yetkimiz yok dedi.Ertesi yıl yine çay araba ücretleri arttı.Bu sefer kaymakamlık
kanalıyla valiliğe yazdım.Bu kararlar alınırken en azından halktan da kimse katılmadığına
göre tek taraflı alınan kararlar kanun karşısında nasıl geçerli oluyor benim buna aklım
ermiyor dedimse de bir süre sonra gelen cevapta gereken inceleme yapıldı herhangi bir yanlışlık yoktur
diye.
Ben de diyorum ki devlet her şeyin üzerinde olmalı milletini topyekun koruyup kollamalı .Çok af buyurun
ahırın kapısını açtığın zaman hayvanların yanında insan olmasa ya tarlaya
veya bostana dalarlar bir bakıma insanlar da aynıdır.
Bir de serbest Pazar ekonomisi tutturmuşlar.Vatandaş iki tane meyve sebze getiriyor kilo da on kuruş kazanmıyor.Aracı
tefeci beşe alıyor ona satıyor buna bir numaralı tefecilik derler bu faizciliğe de benzemez böyle
yapa yapa üreticiyi tamamen sildiniz.Halbuki devlet üreticiyi gözü gibi koruyup kollamalı .Devletleri ayakta tutan üretimdir.
Yeri gelmişken rahmetli Atatürk bile şöyle etmiştir:İstiklal savaşını kazanmamızı
milletimizin çoğunun çiftçi olmasına borçluyuz diye.Cepheye yiyecek içecek ulaşmasa ne olur.Ben de diyorum
ki zararın neresinden dönülürse kardır.Olan olmuş giden gitmiş bundan sonra yapılacak işlere
gerçekçi bir çözüm bulalım ve dünya milletleri arasında sözü dinlenen itibarlı olalım.Bugün en büyük savaş
ekonomik savaştır.Hazret-i Ali efendimiz şöyle buyurmuşlar:şahsıma yapılan kötülüğü
affederim ama devlete millete yapılan kötülüğü asla affetmem demiş nitekim bir bedeviyi yakalamış
Allah için kesecekmiş yüzüne tükürmüş kılıcını yana koymuş bedevi hani beni kesecektin
Hazret-i Ali buyurmuş ben seni din uğruna kesecektim şimdi ise sen benim yüzüme tükürdün seni kessem kendi
nefsim için kesmiş olurum diyor af ediyor ve bedevi Müslüman oluyor.
Anlayamadık ölçüyü kaçırttık derler ya dertli söyleğen olur aşık gezeğen o misal .
12-
Yine bu gün sabah on sene önce radyodan dinlediğim bir konuyu anlatacağım:
Kalkınma konusunda Japonya ile Türkiye’yi kalkınma konusunda ele alıyor. Türkiye en az yüz elli
yıldan beridir Avrupa’ya tahsile talebe gönderiyoruz.Tabii oraya zengin çocukları gidiyor bolca da o ülkeye
döviz bırakıyor ve uydurmasyon bir diploma alarak yurda dönüyor .Teknolojik bir şey de getirmiyor.Üstelik kendi
toplumuna milletine de tepeden bakıyor ve bizde hala yerinde sayıyoruz halimiz böyle.
Gelelim Japonya’ya Japonya elli yıl olmamış Avrupa’ya talebe gönderiyor. Devlet tahsile göndereceği
talebeleri çağırıyor ve diyor ki sizi Avrupa’ya tahsile gönderiyorum ancak şu şartla oradan
başarılı olarak yurda dönerseniz size devlet kapısında her türlü iş imkanı var.Eğer
başarılı olamazsanız size hiçbir devlet müessesesinde yer yok diyor.Bu şartlar içerisinde bugün Avrupa’yı
sollamış dünya piyasasını eline almış durumda.
Biz Avrupa’nın teknolojisini değil zararlı yanlarını onlardan daha alasını yapmakta
daha mahiriz.Bizden biri Avrupa’ya gitse geri geldiği zaman bacağına paçavra bağlasa hemen bizde
bağlarız.Onların da tabii sosyetesi var fakat milli örf adetlerinden hiç taviz vermezler.Gelelim bize kestane
kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş derler ya o misal.
Hakiki manada her türlü zenginlik bizde ama ne fayda.Şimdi ismini hatırlayamıyorum filozofun biri gündüzün
elinde fenerle dolaşıyormuş adama sormuşlar bu halin nedir diye adam arıyorum demiş.Her türlü
kültür medeniyet bizde başka yerlerde arıyoruz daha yüz yüz elli sene önce hamam ve tuvalet yoktu Avrupa’da
çok af edersin Fransa’da kral salonda pisler oradan caddeye atarlarmış.Birisinin başına tesadüf
ettiği zamanda çok sevinirmiş kralın şeyinden nasiplendiğine neyse.
Ben kendime bir gözlemcimi diyeyim.Bundan dört beş sene önce Yusufeli’ne uzak doğu Çin kökenli olduğu
kaşların çekik sarı ırk olduğu belli 16-17 yaşlarında bir talebe arkasındaki çanta
uzun kıçından çık aşağı uzanmış arkasında dolaşıyor.Öteye beriye bakıyor
epey dolaştı.Benim dikkatimi çekti.Buna ben Japan sordum Japon olduğunu söyledi.İşaretle çok dolaştın
dibe bucağa baktın dedim ne arıyorsun demek istedim.Bana ucuz otel ucuz otel dedi.Bunlar yuvadan öğütlü
derler ya .Gel gelelim bize bende dahil öyle bir yere gitmiş olsak en fazla para harcanacak yerleri sorarız.Elbette
ki onlarla bizim aramızda büyük bir yar dikilecek onlarla boy ölçüşemeyeceğiz.
Bir ata sözümüzü de ilave edelim: İktisada alışmayan sıkıntıdan kurtulmaz. Dinimizin emri
de: Denizin kenarında abdest alıyor olsan suyu iktisatlı kullanmayı emretmiyor mu.
13-
Yıllar ne çabuk geçiyor .Bir bakmışsın askerde günleri saymakta bitirmiyorsun.Birde ne görsün zaman
o kadar çabuk geçip gitmiş ki farkında değilsin bile.Yaşadığım her şeyden bir ders
çıkarmak benim en büyük ilgim olmuştur.Yusufeli ilçesinin o günkü kaymakamı olan Ekrem Yaman’la yapmış
olduğumuz bir söyleşi de şöyle bir konuşma geçti .Çık particiliğin Türkiye Cumhuriyeti’ne
yaptığı kötülüğü hiçbir şey yapmamıştır dedim bu da bir gerçektir.
Her ileri gelen vatandaşlarımız kendilerine alkış tutanları kayırdılar.Devletin
malını paşkeş çektiler.Muhtarlık dönemlerimde köyüme devletten bir hizmet istediğim zaman aldığım
cevap şu oldu:Devletin imkanları el vermiyor.1957-1958 tarihinde asker olarak Kore’ye gittim.Bizim yemek saati
geldiği zaman güney Kore halkı yedisinden yetmişine ellerinde tabaklarla bekleşirdiler ki biz yemek artıklarını
onların tabaklarına dökeceğiz de götürüp onunla hayatlarını sürdürecekler.Onların durumu bu
iken tahminen beş altı sene önce güney Kore’nin ekonomik durumu tv’den anlatıyor ve adamlar ekonomilerini
bayağı düzlüğe çıkarmışlar.Fert başına milli geliri yirmi katının üzerine
çıkarmışlar.Yeni kurulan bir devletin durumu bu.
Gelelim bize üç kıtaya hükmeden koskoca bir imparatorluğun üzerinde kurulmuş olan bir devlet aradan seksen
yıl geçmiş hala yerinde sayıyoruz .Düşmanlarımıza el avuç açıyoruz .Onlar da tabii bizimle
alay edercesine hareket ediyorlar.Devleti yönetenlerin beceriksizliği neticesi geldiğimiz nokta bu asil milletin
onurunu şerefini ayaklar altına aldırdılar.Allah akıl versin ne diyelim.
Yine bir nükte aklıma
geldi yazmadan edemedim.Osmanlıların son dönemlerinde galiba yabancı bir devlet adamı bizim paşalardan
birine dünyada en güçlü devlet hangisidir diyor bizimki de hiç düşünmeden bizim devlet diyor neden diyor siz dışardan
yıkmaya çalışıyorsunuz biz içerden yinede yıkılmıyor diyor.
Şimdi ise bizler o zaman ki Korelilerin durumuna düştük.Devletçe istikrarlı bir yol izlenmediği takdirde
hep birlikte aynı gemide yolculuk yapıyoruz.Ufak bir fırtınada alaborada geminin batması işten
bile değil onun için kullanan kaptanları iyi seçmeliyiz.Çünkü her şeyimizi ona emanet ediyoruz.Oysa dünya devletleri
dev adımlarla ilerleyerek ekonomilerine güç katıyorlar .Bugün en büyük savaş da ekonomidir.
Biz ise deve kuşu misali başımızı kumdan çıkarıp dünyada ki olup bitenlerden heberdar
olarak işlerimizi yapmalıyız ki ekonomimiz gelişsin üretimimiz artsın daha doğrusu itibarlı
sözü dinlenir bir devlet konumuna gelelim .Halkımızın da refah seviyesini yükseltelim .
14-
Gazetelerden okuyoruz üniversitelerden mezun olup icazet işsizler ordusuna katılan on binlerce gencimizi üniversite
yöneticileri problem çözecek halka önderlik yapacak iş imkanı üretecek yerde hiçte kale alınmayacak meseleler
üzerinde bir inatlaşma zıtlaşma mahiyetinde hala başörtüsünü gündemde tutmakta fakat onlarda da hata yok
.Hata parlamento da o kanunları yapanlarda. Bir milletvekili bu güne kadar kalkıp da bu konuyu dile getirmedi.Biz
hangi millete hangi dine mensubuz.Bizim bu tutumumuz nedir.Bu vatanı bize her türlü zorluğu hatta ölümü göze alarak
bize kazanan o başı örtülü anaların evlatları değil mi bu ayrı gayrılık neden :Bırakın
bu saçmalıkları Yahudi ve Hıristiyan oyunlarını. Japon kadınları tabi ki sosyetesi de var
ama kız çocuğu hala öyle giyiniyor ki etekleri yerleri sürür.Hal böyleyken dünya piyasasını ellerine aldılar.Milliyetçilik
böyle olur vatan severlik böyle olur.Yirmi beş bin ziraat mühendisi mezun olmuş işsizler ordusuna katılmış
diğer taraftan yine gazetelerden okuyor üzülüyoruz.Yirmi bin dönüm GAP’ta araziyi Amerikalı ve İsrailliler
arazi kiralamışlar. Bu arazileri bizim o mühendis olacaklar üniversitelerin nezaretinde işletseler bunun yanı
sıra en az birkaç bin işçimiz ve aileleri de geçinse her yönden daha yaralı olmaz mı.Köstek olana kadar
destek olsunlar. Televizyondan duyuyoruz dışardan bir ton tohum ithal ettiğimiz zaman bir ton altın ödüyoruz
diyorlar. Bizim kadar geçmişini kötüleyen daha dünyada hiçbir millet yok.Sporcular bile daha ileri atlayabilmek için
geri geri çıkarlar .Dünyanın en medeni milleti biz olduğumuzu Avrupa’ya ve tüm dünyaya medeniyeti adaleti
bizim yaydığımızı tamamen unuttuk.Atalarımız Avrupalılara atlarının üzengilerini
öptürüyorlarmış şimdi ise çok af edersiniz biz onların bilmem neresini öpeceğiz nerde ise .
15-
Aşağı yukarı 1988-1989 yıllarında muhtarlık yapmış olduğum dönemde
ilçe tarım müdürlüğü ve orköyden gelen bir yazıda yabancı ülkeden otuz bin damızlık süt sığırı
ithal edildiğini bunlardan çiftçilere verileceğini ve ödemelerin ne şekil yapılacağını
yazıyor.Ödemelerin döviz kuru hesabından yapılacağını yazıyor.Malumunuz döviz Türkiye’de
durmadan yukarıya tırmanıyor.Ben kendi kendime hesap ettim benim köylüm bunun sadece hizmetkarlığını
yapacak vatandaşa suyunun suyu bile kalmayacak.İhraç eden devletin hizmetkarı olacak onlar sırt üstü yatıp
yaşayacaklar.Ben de diyorum ki otuz bin tane ithal edene kadar beş bin tane ithal eder devlet çiftliklerinde çoğaltır
yaygınlaştırırım .
Bizim o işlerle ilgili olan devlet adamımız oraya gittiği zaman kafaya alıyorlar belki de cebine
de bir şey koyuyorlar haydi yallah.Nitekim bir zamanlar polis teşkilatı için Fransa’dan çelik yelek ithal
edildi o işin sorumlusu da Özcan Vuralhan’dı.Yelekler hep sahte çıktı.Bir de şu tankların
tamiri meselesi tuttular da İsrail’e verdiler.Amerika’nın direktifi ile yani bunu bizim ordumuz yada
sivil sanayi yapamaz mıydı.
Birde yine geçen sene Türkiye İsrail’den beş helikopter alacak bunlara yüz elli milyon dolar istiyorlar
.Allah razı olsun duyduğuma göre sayın bir albayımız buna itiraz ediyor ve aynı evsafta aynı
kapasitede beş helikopteri altmış beş milyon dolara alıyorlar.Hayatta ayakta kalabilmek için dostumuzu
düşmanımızı çok iyi tanıyıp ona göre hareket etmemiz lazım.
Sözüm ona sanki müttefik Körfez olayı sırasında burnumuzun dibinde kapı komşumuz olduğu
halde yan bakmayacaksın hiçbir münasebette bulunmayacaksın diyor.Bizi ayakta kurutmaya çalışıyor.Böyle
dostlar düşman başına .
16-
Yine bu yazımda partizanlığın adam kayırmaların hakkında yazıyorum.Ben asla
fanatik gibi bir partiye kör at kazığa bağlanır gibi bağlanmamışım.Her zaman doğruların
yanında yer almışımdır.Hangi parti devlet millet adına daha adil iş yapıyorsa ve devletimizin
ayakta kalması ilelebet devam etmesi prensibimdir.Bir çok vatandaş eğer bir partiden bir şey yemişse
veya cebine birkaç kuruş girmişse tamam ondan iyisi yok.
1990-1991 tarihinde benim büyük oğlum Ardanuç(Tütünlü)yatılı
ortaokulunda okudu ve sınavlara girdi. Dediler Yusufeli sağlık meslek lisesi de öğrenci alıyor .Kendi
kendime düşündüm buraya da başvuralım ileriye gidemezse hiç olmazsa kestirme yoldan bir ekmek sahibi olur.Oraya
en az ortaokulu iyi dereceyle bitirenler alındığını söylüyorlar.çocuğun dosyasını
düzenlettim orta ikiden üçe geçme not ortalaması 925 puan yani pekiyi.Sınavlar yapıldı orta okulu orta
derece ile bitiren partililerin çocukları oraya girdi benim çocuk yedeğe kaldı.Kalktım sağlık
meslek lisesinin müdürünün yanına gittim durumu anlattım birazda azarladım.Ne yapalım politikacıların
işi dedi.ben de müdüre bile bile bir insanın hakkını başka birine vermek ne demek ben senin yerinde
olsam acımdan sürünüyor olsam o görevden ayrılırım dedim.Bir memlekette hak sahibi hakkını alamazsa
suçluda bilfiil cezasını çekmezse o memleketin vay haline.
Her neyse hakkımıza hayırlısı
böyleymiş.Benim çocuk Anadolu öğretmen lisesini kazandı.Orası dört yıllık olduğu halde
benim çocuğu şubat tatilinde mezun ettiler ve üniversite sınavlarına kadar dershaneye gitti.O sene fizik
öğretmenliğini kazandı.
17-
Bir Ata sözümüz var dertli söyleğen olur aşık gezeğen diye.Bende kendi görüşlerime göre
kendi çapımda bir şeyler karalamaya koyuldum.Sözüm ona sanki 1950’lerden itibaren demokrasiye geçtik.1960’lara
kadar demokrasiyi yaşadık.Millet azda olsa nefes aldı.
1955-1956 yıllarında Kıbrıs’ta
ufak tefek olaylar olmaya başladı.O günlerde Türk milleti ya Kıbrıs ya ölüm diye haykırıyordu.Nihayet
1958 yılında üç garantör devlet Türkiye,İngiltere ve Yunanistan İsviçre’nin Zürih kentinde bir araya
geldiler ve bir daha burada olay çıktığı zaman bu devletlerin buraya kuvvet kullanma hakkı tanınmıştı.
O günkü dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu da rahmetle anmadan edemeyeceğim.O
toplantılarda konuştuğu zaman Yunan dış işleri bakanı kediyi görmüş fare gibi kaçacak
delik arıyordu.Her neyse.
Git zaman gel zaman yine Rumlar Türkleri soykırıma başladılar.Adayı tamamen bir oldu bittiyle
Yunanistan’a ilhak etmek istediler.Bu durum karşısında Türkiye anlaşmalardan doğan tabii hakkı
kullandı ve adanın belli bir kesimini alarak harekatı durdurdu.Tekrar rum halkı Kıbrıs’ı
gündeme getirdi.bizi yönetenlerin pasifliği gündeme geldiği ilk günden itibaren biz anlaşmalara dayanarak tabii
hakkımızı kullandık bizim Kıbrıs diye hiçbir sorunumuz yok deyip kesip atmadılar ha ha
diyerekten bugün kopma noktasına geldi.Gel gelelim milletvekili olarak seçip de Ankara’ya gönderdiklerimize bunlar
hiçbir zaman milleti temsil etmediler.Sadece kendi sandalyelerini korumak için parti başkanlarının kulu kölesi
oldular.Parti başkanları da padişahlık dönemi gibi hareket ettiler.
Ben diyorum ki bir millet vekili
söz hakkı alıp kürsüye çıktığı zaman doğruları gerçekleri hiç çekinmeden konuşabilmeli
ama ne gezer.Ancak sen ben davası kısır çekişmeler incir çekirdeği doldurmayan meselelerle zaman
öldürdük.Bir büyük söz var:Akıllı insan aklını kullanır daha akıllısı ise başkasının
aklını da kullanır.Sözün özü iktidarıyla muhalefetiyle milli menfaatlerde tek yumruk olalım cenabı
Allah’ın emri de birlik olunuz.Elbet bunun bir hikmeti var.Birlikten kuvvet doğar atasözümüzü de eklemeden
edemeyeceğim.
18-
2001 yılında Artvin valiliğinden Yusufeli’ne gelen emir şöyle:
Su kenarlarında
hiçbir çalışma ekim dikim yapılmaması hakkında .Ben de o sene valiliğe sunmak üzere bir yazı
hazırlamıştım fakat göndermedim.Bu konuyu şimdi ilçemizde çıkan gazetede anlatmak üzereyim.Malumunuz
vechiyle Yusufeli Türkiye genelinde en kırsal ve en az ekim dikim yapılan bölgedir.Vatandaş iki metre yüksekliğinde
duvar yapıyor ve arkasına sırtı ile toprak taşıyarak iki tane meyve veya sebze yetiştirmeye
çalışıyor.Her ilk bahar geldi mi gurbetin yolunu tutuyor.Su kenarlarında elli yada yüz metreyi geçmeyecek
adalarda bir şeyler yetiştiriyor.
Baraj bu günden başlansa en az on seneye su dolmaz.Bu yerler boş
durana kadar bu mazlum ve mağdur insanlar buralardan yararlansalar hem aile ekonomisine hem milli ekonomiye katkıda
bulunsalar daha iyi olmaz mı.Erzurum Tortum suyunu D.S.İ. tarafından yapılarak su kenarlarında binlerce
dönüm arazi meydana çıkmış vatandaşa taksim etmişler ve vatandaşlar çiftlik kurmuşlar.
Osmanlı döneminde devlet arazilerini halka verirdi.Yalnız vatandaş araziyi iki sene üst üste ekmediği
zaman ondan alır başka birine verirmiş.Şimdi ise tam tersi.
Halkımız bu günden aç iş
aş derdinde taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışıyor.Yeri gelmişken bir atasözümüzü
de ilave edelim.Taşıma su ile değirmen dönmez.
Baba söz:Kendisini idare edemeyenler başkalarının
emri altında yaşamaya mahkumdur.(Victor Hugo )
19-
NASRETTİN HOCA’DAN FIKRALAR
Nasrettin hoca merhum ile zamanın padişahı Timur’un
arasında şöyle bir konuşma geçer ve Timur şöyle der benden önceki padişahlara emanübillah hep sonu
billahla hitap ederlermiş bende o devirlerde yaşasaydım bana nasıl hitap ederlerdi diyor .Hoca merhum
hiç düşünmeden sana da neuzubillah derlerdi diyor.
Yine bir gün hoca ile Timurlenk hamamda yıkanıyorlarmış.Timur
hocaya ben kaç akçe ederim demiş.Hocada elli akçe edersin demiş.Timur ulan önümde elli akçelik peştamal var
demiş hoca da bende zaten ona değer verdim.Demek istemiş ki sen bir akçe dahi etmezsin.
Yine hocamız
rahmet umdu günün birinde hoca leyleği yakalıyor gagasını kesiyor kanatlarını ve ayaklarını
kesiyor ve diyor şimdi kuşa benzedin.
Hocamızın yaşlı bir komşusu varmış.Bunun
koyun sürüsü varmış.Sütüne su katar öyle satarmış.Hoca tabii bunun farkında.Günün birinde hoca komşusunun
kapısından geçerken.adam kuru bir postekinin üzerine oturmuş dizlerini dövüyor .Hoca alaylı yolla hayrola
komşu diyor sorma hoca sürüyü sel aldı diyor.Hoca da ben sana demedim mi haydan gelen huya gider suyla gelen sele
gider demiş.
Hocanın evine hırsız giriyor eşyalarını çuvala dolduruyor.Giderken hoca
da sessizce hırsızın peşini takip ediyor.Hırsız kendi evinin kapısını açıp
gireceği zaman arkada hocayı görüyor tabi ters ters bakıyor.Hoca da ne bakıyorsun diyor biz bu eve taşınmadık
mı diyor.
20-
Köyümüze 1927-1928’ler de köy gücü ile bir ilkokul yapılmıştı.Bu okulu 1965-1966 yıllarında
devlet tarafından onarıldı.Tahminen 1974’lerde yeni bir okul yapılacağı devlet tarafından
bildirildi.Köylü arsa gösterirse başka yere göstermezse eski okulun yerine yapılacağı öngörülüyordu.
Köy
halkı okulda toplandık başka bir arsa gösterelim bu bina bu günkü haliyle en az elli sene ayakta kalır
ve köyümüzün her işine yarar.O zamanlar devlet sanat okulu mezunu öğretmen veriyordu yetişkinler için marangoz
ve demirci buna kullanırız.Köyümüz zaten tüketici durumunda bir kooperatif kurarız .Bütün tüketim maddeleri
direkt fabrikadan el değiştirmeden gelir karı da aynı zamanda kendi cebimize kalır birkaç vatandaşımız
iş bulmuş olur dedikse de olmadı.
Eskiden beri mahalleler arası bir sırt var bu nedenle bir anlaşmaya
varamadık .Bahar oldu millet gurbete çekildi.Devletin bir görevlisi geliyor bir boğaz tokluğuna koskoca binanın
enkazını on üç bin liraya satıyor.O günkü parayla sadece sacı altmış yetmiş bin lira.Kereste
de ondan aşağı değil.Bu böyle ertesi yıl öğretmen lojmanını altı milyona ihaleye
çıkarıyor.Halbuki devlet arsaya verse verse on veya on beş bin lira verirdi.O eski okulda beş yüz bin
lira harcayarak en az iki veya üç öğretmen barındırırdı.Dört buçuk milyon da devletin kasasına
kalırdı.Ama ne gezer hala bu güne kadar söylene gelmekte olan devletin malı deniz yemeyan domuz misali böyle
yapa yapa denizi bitirdik.
En büyük mesuliyet iş verme yetkisi durumunda olan amirlerdedir.Ben bunları toplantılarda
da dile getirmişimdir ve bunların mütaitlerle iş birliği içinde olmalarından şüpheleniyoruz
diye tabii içlerinden sessizce hak verenlerde oluyor.Barhal çayından dört tane alabalık gitti mi iş tamam.Bir
istinatı bir müteahhite veriyorlar altı ay sonra aradan geçmeden istinat yatıyor aynı işi yine aynı
mütait beye veriyorlar ne ala.
Muhtarlık dönemimde tahminen 1994’larda Artvin Bayındırlık Müdürlüğü’nden
iki memur ve meşhur bir mütait yanlarında rahmetli Canip Çadırcı’nın yazıhanesinde oturmuşlar
beni sormuşlar.Gittim selamdan sonra muhtar dediler biz iller bankasının kar payından senin afet evlerine
sulama kanalı yaptırmak için geldik dediler.Çok ala çok güzel ama dedim hani derede su nisan ayı gelmeden dere
kuruyor haşa uzaktan bakan adamın anasına küfreder kuru dereye sulama kanalı .Keşke su olsa da yapılsa
yazık dedim.Bu masrafa madem dedim köyüme bir yardım yapılıyorsa köyümün daha önemli sorunları var
oraya kullanalım dedim.Hal böyle mütait işi yapacak parayı cebe indirecek su varmış yokmu umurunda
mı. Daha neler neler.Aşağı yukarı on seneden önce Karayolları Trabzon ve o illerde denizin tarafına
istinatlar yapılmış sağlam olmadığından denize balık gibi yatmışlar o büyük
yatırımlar heba olmuş.
21-
DERTLER ÇOK
Bankadan köylüye kredi aldıracağız malum olduğu üzere isminden de anlaşılacağı
üzere Bostancı Köyü yalnız bu işi köyümüzde ne su ne arazi yok bu işi köyümüz halkı Kars ,Erzurum
ve Ağrı illerine giderek toprak kiralayarak sebze yetiştirip üç beş kuruş kazanıp ailesini geçindirmek
.Tabi bu işi yapabilmek için sermaye lazım .Haliyle işimiz ziraat bankasına düşüyor.Banka müdürü
tabi iktidardaki partinin emrinde.Gidiyor geliyorum müdürle her türlü tartışıyoruz desem de usulüne uygun nezaket
kuralları dışına çıkmadan yine müdür zorluk çıkartıyor.
Bu konuda köyümüz halkından
birisi bana ilçe parti başkanına gidelim dedi.Bende çarparım parti başkanına bende bir milleti temsil
ediyorum etrafta duyuyoruz partiler küçük krediler kullanmış.Kendilerini sudan çekmişler refaha kavuşmuşlar
onlar yaşasın bizler
sürünelim .Bir bayrak altında yaşadığımız yarın düşmana karşı beraber
göğüs gereceğimiz bu pastadan hiçte olmasa az bir payın da diğer vatandaşa ulaşması temennisiyle.
Ha şurasını unutmuşum.Devlet üreticiye hangi üretim olursa olsun onu gözü gibi koruyup kollamalı
devleti ayakta tutanda üretici olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmamalı.Yeri gelmişken bir atasözümüzü
de ekleyeyim:Nerde hareket orda bereket demişler .Bu asil milletin bugünkü geldiği nokta içler acısı iktisat
edelim kemer sıkalım yabancılara el avuç açmayalım gerekirse ben bir vatandaş olarak ahırlarımızdan
birer ineğimizi devlete verelim satsın dış borçlarımızı ödesin.Hiçbir devlete boyun eğmeyelim.Kendi
çatımız altında hür bağımsız yaşayalım geriden gelenlere mamur bir vatan bırakalım.
22-
Bu yazımda da Osmanlı padişahlarından Abdulhak Hamit’ten söz edeceğim.Osmanlı
devletinin en netameli döneminde otuz senenin üstünde ayakta tutmuş.Yahudiler Osmanlının Filistin topraklarından
bu günkü İsrail’in elindeki yerler ta o zamandan dünya devletleri tarafından planlanmış olan Yahudi
devletinin kuruluşunu o gecktirmiş. Abdulhak Hamit’e yüz in altın verelim bize biraz toprak ver demişler
Abdulhak Hamit şöyle cevap vermiş:Toprak kan ile alınır kan ile verilir demiş.Ondan sonra idareyi
ele alan ittihat ve terakki yöneticileri onun yüz bin altına vermediği yerleri bunlar yüz in liraya peşkeş
çekmişler.Nitekim 1947-1948’de de İsrail devleti kuruldu.İlk olarak tanıyanda sayın İnönü
oldu.Van atasözü imiş:Ayağıma yer edem gör ben sana ne edem .Nitekim 1967’de Arap ülkelerini perişan
etti Amerika’nın sayesinde.
Yine son padişah Vahdettin bir gece katibin biri mühim bir evrakı imzaya
götürüyor.Kapıyı tıklatıyor.Kapı açılmıyor.Katip endişeleniyor yoksa padişaha
bir şey mi oldu diye içinden geçiriyor ve kapı açılıyor ve getir evlat diyor .Kollar çimli vaziyette sen
ilk kapıyı çaldığında duydum fakat ben devletin hiçbir hayırlı işine abdestsiz imza
ve tura basmadım diyor.
Yine bir gün saraydan denize bakıyor ve düşman gemilerini görüyor ve rahmetli Fevzi
Çakmak paşayı çağırarak orduda bulunan subayların listesini istiyor ve listeyi padişaha sunuyor
. Hani diyor Mustafa Kemal’in ismi Çakmak diyor ki o cumhuriyet yanlısıdır onun için yazmadım diyor.Padişahta
tek bu vatan kurtulsun da hangi rejim kurulursa kurulsun diyor.Tabii İstanbul işgal altında burada hiçbir şey
yapmak imkansız.Rahmetli Atatürk’ü Anadolu’ya uğurluyor ve diyor git Allah muvaffak etsin başarılı
kılsın diyor.
23-
1974’lerde yetmiş sente muhtaç olduğumuz da on yedi milyon dolarlık ciklet sakızı ithal
edildiğini kız kardeşim hasta olup Ankara’ya sevk edildiği ve beraber Ankara’ya gittiğimde
yine gazetelerden okumuştum.Bir akrabanın evinde kalıyordum.Daha yeni dile çıkan çocuklar Amerikan sakızını
istiyor.Atalar ne demiş işten artmaz dişten artar.Yani bunu almasak ne olur hiçbir zaruri ihtiyacı karşılamayan
bir madde değil bunu bir misal olarak veriyorum belki devede kulak.
Yine yaşlı bir rahmetli amca vardı
Ali Açıkgöz.Kendisi iyi bir usta kalfaydı.Doğu vilayetlerinden Van’da bir sinema salonu binası yapıyorlarmış.Orda
bir de alman mühendis varmış.Bir gün oranın milletvekili gelmiş halka bir şeyler anlatmış.Bu
gittikten sonra Alman mühendis bunlara diyor sizin o büyükbaş size ne anlattı diyor.Bunlarda bu salon çok küçük
olduğunu söyledi diyorlar.Bunun üzerine Alman ey diyor Türk kafası diyor,biz ilk önce üretime çadırlarda başladık
ne zaman kara geçtikse o zaman fabrika bacalarını yükselttik diyor.Biz kalkınmaya tersinden başlıyoruz.Gelelim
sinema salonuna kırk kişilik değil de on bin kişilik olsa ne olacak tembel hane üstelik her kötülüğün
de yuvası anası.
Diğer taraftan borç olarak döviz para alıyoruz bunu da şartlı olarak otel
yapacaksın bilmem ne.Bir devlet olarak sen bu parayı bana borç olarak veriyorsun ben bunu en iyi şekilde değerlendirmem
lazım demeli otelcilik bir bakıma kumarhane ve fuhuş yuvasıdır.Avcılığa benzer sabahtan
silahı alır çıkarsın araziye bir şey rastlamaz rastlasa da atarsın ya vurursun ya değil
.O parayı devletin bütçesine gelir getirecek en mühim yerlere yatırım yapmak gerekir ama ne gezer.
Yine
yeri gelmişken lazın biri günde beş sefer yermiş öyle zaman olmuş ki bir şey yok ki yesin açlıktan
karnında barsaklar ötmeye başlamış laz bu sefer kendi kendine kahrederek türkü söylemeye başlamış:
Karnım ne kığıllarsın vardır da yemedim miGünde beş sefer yeme ben sana demedim mi
Diye tutturmuş bunları yazmamdan amaç her birinde düşününce büyük ibretler vardır.
24-
BİR NÜKTE VE BİR FIKRA
Adamın birinin çocuğu varmış.Aşırı derecede şeker
müptelası imiş.Çocuğun babası buna bir çare arıyor.
Düşünüp taşınmış
o yörede alim bir zat varmış.Çocuğu ona götüreyim buna dua etsin belki vazgeçer diye çocuğu götürüyor.Alim
zat diyor ki çocuğu götür kırk gün sonra getir.Götürüyor kırk gün sonra tekrar getiriyor.Bu sefer alim zat
güzel tatlı lisanla çocuğa şeker yememesini öneriyor.Çocukta şeker yemeden vazgeçiyor.Bu sefer çocuğun
babası merakta kalıyor.Hocaya giderek ilk getirdiğimde bir şey yapmadan neden kırk gün sonraya bıraktın
diyor.Alim zat ben de diyor şekeri çok yiyordum.İlk evvela şeker yememeyi kendi nefsimde uyguladım vazgeçtim
ondan sonra çocuğa da nüfusum tesir ederek vazgeçti diyor.Bir söz var iğneyi kendine çuvaldızı başkasına
batır o misal.
Şimdi de bugüne kadar bizi yönetenler iktisat edelim kemer sıkalım diyorlar .Kendileri
har vurup harman savuruyorlar.İşin en kötü yanı da konuştukları başka uyguladıkları
başka.Bir mevki ve makam sahibi adamın ağzından çıkan her söz inandırıcı ve kanun
niteliğinde olmalı ama ne gezer sağ gösterip sol vuruyorlar.Yine yalan ile iman bir arada olmaz yalancının
mumu yatsıya kadar yanar derler ya o misal.Yazacak çok şey var dağarcıkta ama bu seferlik bu kadar inşallah
ileriye doğru devam eder.
Ha şunu unutmuşum:Çok eskiden bizim köyün bir muhtarı varmış.Köyün
işleri konusunda bir mevzu olmuşta muhtar olacak adam eski ismi Balaze mahallesinden bir vatandaşa sizin çocuklar
panta kurusuyla durur yalnız bizim çocuklar ekmeksiz durmaz demiş işte öyle.
25-
Bu yazımda da Osmanlının son dönemlerinde yaşamış olan vatanını milletini her
şeyden üstün tutan rahmetli Talat paşadan söz edeceğim.Askerdeyken görevli yine subaylardan birisi paşaya
misafirliğe gidiyor sofraya yemek geliyor.Ekmek getiriyorlar esmer bu durumu gören subay ertesi günü bir torba beyaz
ekmek gönderiyor tabii hanımı ve annesi buna seviniyorlar.Paşa akşam eve geliyor sofrada beyaz ekmek dilimleri
soruyor tabii onlarda dün akşamki misafirin gönderdiğini söylüyorlar. Bunun üzerine kesik dilimleri toplattırıyor
aynı torbaya koyarak geri gönderiyor ve diyor ki ben milletimle kuyruğa girerek ekmeğimi alıyorum diyor.Birde
yeri gelmişken bundan on beş yirmi sene önce haberlerden gazetelerden duyuyoruz Çin’de yılda on binlerin
üzerinde açlıktan ölen insanları.Herhalde devletin başında aynı adamdır.Bu bir reform yapıyor
zenginlerin elindeki araziyi devlet satın alıyor.Toprağı olmayan köylüye çiftçiye yirmi yıl taksitle
dağıtıyor .Bunlar toprağı işliyor ve bol miktarda üretim yapıyor.Diğer taraftan eline
bol para geçen zenginlerde fabrika kurmaya yöneliyorlar ve böylece devlette millette zenginleşiyor.Büyük bir hamle yaparak
refah seviyesini yükseltiyor su yüzüne çıkıyorlar.Bugün dünyanın ikinci süper ülkesi haline geliyorlar.
Ben
her zaman toplantılarda hatta kahve sohbetlerinde devletleri ayakta tutan üretimdir diye devlet üreticiyi gözü gibi koruyup
kollamalı ama bizde ne gezer kendi kaderine terkedilmiş her şey.Yukarıya tırmanırken çiftçinin
ürettiği yerin altına doğru gidiyor.Yine yeri gelmişken rahmetli Nasrettin hocamızın bir fıkrasını
yazmadan edemeyeceğim.Hoca bir gün arktan yukarı bir fidan dikiyor ve çok af edersiniz dibine küçük abdest yapıyor
ve su namına göreceğin budur ister tut ister kuru diyor.
26-
Eskiden kalma bir devletler arası meseleyi 1959 yılında Erzurum Aşkale ilçesinde bostancılık
yapmaktayım.O tarihlerde oranın yerlilerinden bostancılık yapan bir Hüseyin Amca vardı ondan öğrendiğim
bu sözleri yazıyorum.Harp başlamış İngilizler savaşa girmiş cenabı Allah oralı
olmamış;Almanlar,Ruslar,Yunanlar,Bulgarlar girmiş oralı olmamış.Hülasa Türkler savaşa girere
girmez cenabı Allah harekete geçmiş Türkler işi bana bırakırlar diye.Demek ki ihmalkarlık bizim
genimize işlemiş.Halbuki tedbiri alacağız ondan sonra deveyi sağlam kazığa bağlayıp
cenabı Allah’a tevekkül edeceğiz.
Bunları yazmamdan maksat biz bir millet olarak her zaman ayakta
kalabilmek için sıradan bir vatandaşından tutunda yöneticilere kadar her fert üzerine aldığı
görevi bihakkın yerine getirmelidir,yoksa laf ile peynir gemisi yürümez derler ya aynı o misal.Kendimize gelmenin
zamanı çoktan geldi ve geçiyor bile.Geri kalmış ülkelerle gelişmiş ülkeler kedinin fare ile oynadığı
gibi oynuyor.
27-
İlçemiz ve köylerimiz halkında gözlemlediğim bir sorunu dile getireceğim.
Aşağı
yukarı on seneden fazladır ilçemizde taze doğan danaları kesme yasağı uygulanıyor.Bu çok
iyi vatandaşta bunu keyfi olarak kesmiyor herhalde.
Yusufeli halkının da devletine ve kanunlara her zaman
saygılı olduğu da herkesçe malum.Gelelim madalyonun diğer yüzüne.Yöremizin kırsal ve ekim dikim alanının
oldukça sınırlı olması geçim şartlarının zorluğu nedeniyle şimdi burada oturan
nüfusun birkaç katı başka illere göç etmiştir.Burada oturanlarda her yıl gurbete çıkma zorundalar.hulasa
taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışmaktalar.Gelelim hayvancılık konusuna.Hayvanın
yeminin oldukça sınırlı oluşu vatandaş iki hayvanı üçe çıkaramıyor.Yemi parayla alsa
maliyet yükseliyor.Satacağı zaman maliyetin yarısını bile alamıyor.Tabi zararına hiçbir
iş yapılmıyor kepenk indiriliyor.
Bir yasak getirildiği zaman vatandaşa bir kolaylık bir
çıkış yolu gösterilmeli.Yine bir atasözümüz var kediyi bile sıkıştırdığın
zaman insanın yüzüne sıçrar.
Tüm ilçemiz ve köylerimizde saklanamayacak olan danaların, yasağı
getirenler tarafından satın alınarak geniş ova memleketlerine sevk etmelerini öneriyorum.
28-
1946’larda NATO kurulurken rahmetli mısır devlet başkanı gelin biz İslam ülkeleri bir
pakt kuralım diyor ne kadar ileri görüş ne yazık ki olmamış.Nihayet Amerika bize dostlukla yaklaşmış
fakat bu günkü tutumuyla baş düşmanımız durumunda.Nitekim biz Kıbrıs’a çıktığımızda
bize benim verdiğim silahları kullandın diye ve haşhaş ekmeyeceksin diye ambargo uygulamak neler
neler.Buna hiç soran yok ki sen her gün yeni yeni silah yapıyorsun insanları öldürmek için yoksa sen raporlu musun.1956’da
asker oldum.Manisa ağır taburda Kore’ye asker alacaklarmış tabur iştima oldu.Subaylar konuşma
yaptı ve gönüllü gitmek isteyenler ileri çıksın dediler bende kendimi ileri çıkanlar arsında buldum.Şimdi
aynı durum olsa isyan eder kaçardım.Kuzey Koreliler Amerika’nın bir tümen askerini yok edeceklermiş
bizden önce giden tugay kurtarmış.
Körfez olayında Özal öyle bir yanlış yaptı ki,yaptıklarının
birkaç katını aldı götürdü.PKK’sı,krizi her türlü faturası bize çıktı.Petrol borularına
ağzını uydurdu bize dirsek gösterdi.dünyanın ta ötesindeki ülkeler Irak’a her türlü mal alıp
verdi biz de boynu bükük uzaktan baktık.Böyle müttefikler düşman başına bizi ayakta kurutmaya çalışıyor.
Bir söz var yiğidi öldür hakkını inkar etme.Sayın İnönü bir parlamento konuşmasında
Körfez konusu bir meclise gelseydi enine boyuna görüşülseydi devlet ve millet için hayırlı mıdır
değil midir ona göre oraya cevap verileydi.
Deniz aşırı uzaklıktaki düşmanı bugün kapımıza
getirdik.Kendi uçaklarımızda dahil Bağdat’ı bombaladık o senenin baharı.Türkiye gazetesinde
büyük başlıklarla evliyalar diyarı Bağdat diyor ben kendi kendime yahu buranın evliyalar diyarı
olduğu yeni mi aklınıza geldi.
Bugün gazetelerde okuyorum bizim Harran ovasından yirmi bin dönüm araziyi
Amerika ile İsrail kiralamış.Emniyetini bizim jandarma sağlayacakmış.Buraları bunlara verene
kadar yirmi beş binin üzerinde mezun olup işsizler ordusuna katılan ziraat mühendisi olduğunu okuyor duyuyoruz.Sözü
edilen bu arazileri üniversitelerin nezaretinde kendimiz değerlendirsek hem o gençler bunun yanında binlerce işsizimize
iş vermiş oluruz.
Yine televizyondan duyuyoruz bir ton ithal tohum için bir ton altın ödüyoruz diye.Bunlar
kendi topraklarımızdan para kazanacak o para ile silah yapacak ve yarın bize çevirecek.Buna kalayı içten
fethetme derler.Buna Yahudi oyunları planları denir.Sevgili peygamberimiz Müslüman bir delikten iki kere ısırılmaz
buyuruyor.Bizi uyarıyor.
Ha şunu unutmuştum :Güzün bizim gazetelerden birinde İsrail Afganistan’a
zirai yönden size yardımcı olalım diyor.Şimdi ismini hatırlayamadım.Afgan general şöyle
cevap veriyor:Siz elli yıldan fazladır Müslüman kanı akıtıyorsunuz sizin değil yardımınız
çölde susuz ölüyor olsak sizin bir tas suyunuzu içmeyiz diyor. Devlet adamı dediğin böyle olur.
29-
BİR NÜKTE
Eskiden Almanlar ile Yugoslavlar savaşırken Almanlar Yugoslav topraklarına giriyorlar
ve Almanların bir birliği bir dağ köyünde handa konaklıyorlar.Alman general hancıya beni tuvalete
götür diyor.Hancı generalin önüne düşerek tarlaya götürüyor buraya yap diyor.Alman general hancıya sizde hiç
organizasyon yok mu diye çıkışıyor.Yugoslav hancı da generale bizde organizasyon olsaydı şimdi
ben sizin tarlanıza yapıyor olurdum diyor.
30-
KİM KİMİ SEVER
Beyaz karayı,sinek yarayı,zengin parayı sever.Yemek tuzu,maymun muzu,kurt kuzuyu sever.Güzel nazı,aşık
sazı,cırcır böceği yazı sever.Kuş darıyı,çiçek arıyı,toprak suyu sever.Ana
çocuğu,çoban gocuğu,yumurta sucuğu sever.Ocak közü,kirpik gözü,ozan sözü sever.Garip sılayı,yiğit
halayı,bakır kalayı sever.Davul zurnayı,avcı turnayı,çekirge zıplamayı sever.Alim
ilmi,cömert vermeyi,cimri toplamayı sever.Çöl yağmuru,çizme çamuru,oklava hamuru sever.Tembel yatmayı,geveze
atıp tutmayı,pazarcı satmayı sever.Ebe bebeği,kahve dibeği,sac böreği sever.Memur masayı,veli
asayı,hakim yasayı sever.Sarhoş dostunu,ayı postunu,yaşlı bastonu sever.Hatip lafı,suçlu
affı,açıkgöz safı sever.Yörük eriği,cin periyi,tom jerriyi sever.Kilim keçeyi,kelime heceyi,baykuş
geceyi sever.Kirli hamamı,baca dumanı,su samanı sever.Dünür dünürü,ateş kömürü,muhtar mühürü sever.Asil
soyunu,çoban koyunu,çocuk oyunu sever.Harman düveni,kuzu çimeni,pastırma çemeni sever.Kasap danayı,öküz anayı,yırtık
yamayı sever.Bekçi feneri,bel kemeri,at eyeri sever.Kan damarı,züğürt kumarı,aygır şamarı
sever.İlik düğmeyi,borçlu vadeyi,obur yemeyi sever.Gelin güveyi,tosun düveyi,başkan üyeyi sever.İnsanlar
evini,ev pencereyi,pencere pancuru sever.